Tek başınalığımın zirvesinde olduğum bi günün gecesinde yine kaleme kağıda sarıldım. Affedin beni ! İşim düşünce hatırlıyorum sizleri. Neyse velhasıl gelelim işin aslına, yine sitemliyim bu hayata yine umutlarımı kaldırdılar çürük çarık dolu bir tavan arasına. .Ne bir sözüm kaldı söyleyecek nede sevdam kaldı ardına saklanıp korunabileceğim. Bir canım vardı O'nada sahip çıkamadım hakkıyla. Şimdi neylesin bu beden.
Nereye gitsin alıp başını ? Usul usul soluk alıp verişlerimin yavaşladığını hissediyorum, ağırlaşıyor adımlarım. . Ciğerlerime kadar çektiğim sigaramda kafi gelmiyor artık ellerim titreyerek yakıyorum . . Bu son fasıl bu son durak seziyorum. Yüreğime oturan taşın ağırlığı, bir pazar tezgahında kaybolmuş çocuğun savunmasızlığını anımsatmaktan öteye gidemedi.
Öyle ki o curcunada ne kadar kalabalık gelir o ufacık bir yer sanki iki adım beri kaçsa pazarcı amcalarının postalları altında ezilecekmiş hissine kapılır. . Birkaç dakika içinde yüzlerce yabancı yüz yüzlerce yeni kimlik geçer gider. Sorsak herkesin acelesi vardır ! Kimi ekmek davası, kimi sofra kavgası. .Bikaç yabancı yüz neşelendirmeye çalışır ağlayan masumiyeti.. İşte tamda bu anlam kargaşasında anne gelir ve o masum suratta koca bir tebessüm. .
Güzel bi masal ! Şimdi gel gelelim bunu sevdaya uyarlayalım. Her insan hayatları boyunca yaşlarının belli bi döneminde bir kalpte kaybolma hissine nail olmuşlardır. İşte tamda bur da sevda denilen o lanet duygunun en acı devresinde (AYRILIK) bahsini ettiğim anne ve ufaklık devreye giriyor, İnsan ömrünü adayacağını bulduğunu sandığı insanı kaybettiği an tamda böyle oluyor. . Okuyun ve uyarlayın !
Etiketler:
Makaleler